Bisiklet

Bisiklete binmeyi ve bir bisikletim olmasını çocukken çok isterdim ve bu benim çocukluğumun en büyük hayaliydi. Derken ağabey’im bir “pinokyo” bisiklet ile karşıma çıkmıştı. Bisiklet ikinci el, kullanılmış ve dökülüyordu. Eski adıyla Şakir ağa yeni adıyla Bahçelievler milli egemenlik parkında ilk bisiklet kullanma deneyimimi yaşamıştım. Zor öğrendim. Çünkü bisiklete binerken önüme bakacağıma sürekli pedallara bakıyordum. Çok zorlamama rağmen bir türlü önüme bakmayı beceremezdim.
Bu olaylar gerçekleşirken sanırım 10 yaşındaydım sene 1986 olmalı. Yani 21 sene olmuş. O yıllarda pinokyo bisiklet yerli yapım “volkan” bisiklet ve herkesin hayali “BMX” bisikletler çok revaçtaydı. BMX bisikletin okunuşunu bemeks diye okurdum ne zaman BMX bisikletim oldu bemiks diye okumaya başlamıştım. 3 sene sonra orta 1. sınıfı geçtiğimde memlekete Giresun'a, o zaman hayatta olan Babaannemin ve Dedemin yanına tatile gönderilmiştim. Aslında Ordu’ya Eczacı amcamın düğününe gitmiştik ama benden habersiz yapılan bir programla köy’e gönderilmiştir. Hiç unutmam köye ağlaya, ağlaya gitmiştim. Köye gitmeden önce sevgili babam bana okulu geçersen hayalim olan BMX bisikleti alacağına söz vermişti. Bir bakıma ağlamamın en büyük sebebi köye gidersem bisiklet hayallerimin suya düşmesi idi. Köye gittikten bir hafta sonra babam otobüs ile yepis yeni BMX bisikletimi göndermişti. Köyde bir tek benim bisikletim vardı. Felaket derecede havalıydım. Sürmesini bilen – bilmeyen herkese bir tur binmeleri için ödünç veriyordum. Köyde çocuklar içinde saygın ve aranılan adam idim, “kendimce”. Yine günün birinde bisikletimi ödünç verdiğim benden yaşça çok büyük arkadaşlarımda biri bisikleti duvara çarpmıştı. Kendisi hafif sakatlanmıştı, bisikletimin ise ön tekerleğini tutan maşa denilen aksanı eğilmişti. Çok üzülmüştüm. Bu olaydan birkaç hafta önce bisiklet ile köy mahallesinde dengemi kaybedip yaklaşık 3 metrelik taşla doldurma bir istinat duvarından düşmüştü. Gidondan karın boşluğuma gelen darbe ile nefesim uzun süre kesilmişti. 3 Aylık yaz tatilinden sonra Okullar açılması yüzünden İstanbul'a ailemin yanına dönmüştüm. Bisikletim ise hurda haldeydi. Sonraki yaz tatilimde 3 dersten kaldığım için bütünleme sınavlarına girmem gerekiyordu. Bu yüzden o yaz hep mahallede kalmıştım. Bütünleme sınavlarımı vermiştim. 3. sınıfa geçmiştim. Bütünleme derslerine çalışırken, bir yandan ise ek iş yapıyordum. O zamanlar çocukların ek iş yapması çok normaldi. Kah pazar günleri su satar, kah babamın yanında atölyede çalışır ve bazen ise mahalledeki bir arkadaşımla ayakkabı boyacılığı yapardık. En çok ayakkabı boyacılığını sevmiştim. Çünkü biz çocuklara hep kapalı olan kahvehaneler, birahaneler ve meyhanelere rahatlıkla girerdik, ayakkabı boyacısıyız diye. Mekanları incelerdim meraktan. Ayakkabı boyacılığı benim en keyif aldığım ve para kazandığım bir iş olmuştu. O yüzden bugün ayakkabı boyacılarını sever onları hakir görenleri ise uyuz olurum. Geçen sene hurdaya dönen bisikletimi tamir ettirmek için, ayakkabı boyacılığından kazandığım paranın bir kısmını anneme verir diğer kısmını ise biriktirmiştim. Gerekli parayı biriktirdiğim gün, bisikletim eski haline dönecek diye çok sevinirken boya sandığı çalınmıştı. Sandık benim değildi bu yüzden çok üzülmüştüm. Biriktirdiğim parayla bisikletimi tamir ettirmek yerine mahalledeki arkadaşıma ait olan çaldırdığım boya sandığını almaya karar vermiştim. Boya sandığını çaldırdığımı sahibine söyledim. Param da var dedim, yenisini alabilirim sana ,ama nerede satıldığını bilmiyordum, alamadım o yüzden fiyatı neyse parasını vereyim demiştim. Arkadaşım ise gerek yok o zaten eskimişti ben yenisini yaptırdım demişti. O an dünyanın en mutlu insanı olmuştum. İkinci gün hemen bisikletimi bodrumdaki karanlık, kömürlükten çıkarıp, tamir ettirdim ve boya yaptırmıştım. Gıcır – gıcır olmuştu. Sadece tamir ettirmekle kalmadım jantlarına boncuk ve fosforlu palet taktırmış ve ön tekerleğe dinamo ve lamba’da koydurmuştum. Bisikleti mahallede benden iyi kimse kullanamıyordu. Çünkü ben kullanırken bildiğim tüm akrobasi hareketlerini her gün bıkmadan yapıyordum. Yokuş aşağı çık hızlı giderken fren basarak metrelerce kilitli arka tekerlekle yan gitme. (imza derdim bu harekete) Ellerimi bırakıp bisiklet kullanma aynı zamanda yine ellerimi bırakarak, sağa ve sola da dönebiliyordum. Bisikletin önünü kaldırıp metrelerce pedal çevirme ise benim için çocuk oyuncağıydı. Mahalleden bir çok arkadaşım benim hareketlerimi yaparken hafif sakatlandıkları çok olmuştu. Namım mahallenin en iyi bisiklete binen çocuğu olarak duyulmuştu. En çok rüzgarlı havada bisiklet kullanmayı severdim. Çünkü tatilde biraz uzattığım ince telli saçlarımın dalgalanması çok hoşuma giderdi. Bisiklet ile 8-10 km bildiğim ve bilmediğim uzak yerlere giderdim, ama hiç kaybolmazdım.
1 yıl sonra arkadaşım kadar çok sevdiğim “SARI”ya kulübe yaparken bisikletimi yol kenarına bıraktığım bisikletimin çalındığını fark edince çok üzülmüştüm. İşin garip tarafı 5-6 bisikletten sadece benimki çalınmıştı. Gerçi 2 ay sonra bizim mahallenin çocukları bisikleti bulmuşlardı. Ağabeyimle bisikleti gidip almıştık ama bisikletim eski bisiklet değildi. Çok kötü haldeydi. Bütün hevesim gitmişti. 1 ay sonra ise bir hurdacıya demir parasına bisikletimi satmıştım. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim “SARI” mahallemizin biricik köpeğiydi.
17-18 Yıl sonra eşim ile birlikte Büyükada’da bir bisikletçiden bisiklet kiralamıştık. Birlikte gezmiştik ve bu olay bana çok keyifli ve nostalji dolu duygular yaşatmıştı. Artık İstanbul'da bisiklete binilecek bir yer olmadığı için yeni nesil çocuklara üzülüyorum. Çünkü bir araba firmasının dediği gibi “trafik hayattır” sözünden esinlenerek “bisiklet hayattır”yıllar sonra bile anısı hatırlanabilir. Bu arada “trafik hayattır” sözü bana saçma geliyor. İstanbul trafiğinin nesi hayat anlayana aşk olsun.
Bisiklet Bisiklet Reviewed by Ömür Yılmaz on 13:21 Rating: 5

Hiç yorum yok :

ads
Blogger tarafından desteklenmektedir.